Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu, sermayenin direktifleri doğrultusunda hazırlanan politikalara bakıldığında emekçiler açısından yaşanan ağır tablonun daha da kötüye gideceğini, iktidarın bırakın frene basmasını, vites büyüteceğini söyledi.
Türkiye’de herkesi yoksullukta eşitleyen bir düzen kurulduğunu vurgulayan Arzu Çerkezoğlu ile 1 Mayıs’a sayılı günler kalmışken emekçilerin durumunu konuştuk.
Yerel seçimler sonrası AKP ikinci parti konumuna düştü. Bu çalışanlar açısından ne anlama geliyor?
Ülkedeki baskıcı sistem esnediğinde, insanlar biraz nefes aldığında, siyasi iklim bir miktar değiştiğinde DİSK’i büyütecek bir süreç başlayacak, diyorduk. Yerel seçim öyle bir kapı araladı. Sadece belediyelerde değil hemen hemen tüm işkollarında DİSK’e bir kapı araladı. Yoğun bir sürece girdik. Tüm işkolları açısından söylüyorum hakikaten ciddi bir hareketlenme var. Şu anda da bunu yaşıyoruz. Hak aramanın, bir şey talep etmenin, örgütlenmenin önünde binlerce engel var. Yasalar, mevzuat, hükümetin işverenin tutumu büyük engel.
31 Mart seçimleri geniş halk kesimlerinin uygulanan politikalara dur dediği bir sonucu ortaya çıkardı. Seçim sonucu örgütlenme ve taleplerimizi daha gür sesle haykırmak açısından yeni olanaklar doğurdu. Sadece belediye başkanları seçilmedi aynı zamanda iktidarın 22 küsür yıldır ekonomi politikaları da oylandı. Çalışıyoruz üretiyoruz ama ürettiğimiz temel değerin paylaşımında çok büyük sorun var. Öyle bir düzen kuruldu ki tüm çarklar zengini daha zengin yoksulu daha yoksul yapıyor.
Asgari ücret ortalama ücret haline geldi. Beyaz yaka mavi yaka eşitlendi, bu nereye varır?
Türkiye’de herkesi yoksullukta eşitleyen bir düzen kuruldu. İstiyorlar ki tüm çalışanlar asgari ücretle, tüm emekliler yaratılan ucube sistemle Hazine’den tamamlama sistemiyle çalışsın. Tüm kamu çalışanları en düşük memur maaşına doğru indirgeniyor. Avrupa’da asgari ücretle çalışanların oranı yüzde 2-3- 5’i geçmez. AB ortalaması yüzde 7. Ama Türkiye’de asgari ücretle çalışanların oranı çok hızlı artıyor ve yüzde 50’nin üzerine çıktı. Asgari ücrette bir miktar artış yapılıyor ama diğer ücretler aynı oranda artmadığı için asgari ücret giderek bir ortalama ücreti haline geldi. Bir ülkede sendikalaşma oranı ne kadar düşükse toplusözleşmeden faydalanan işçi sayısı ne kadar azsa asgari ücretle çalışanların sayısı da o kadar fazla oluyor.
KAYIP GİDERİLSIN
Ne yapılmalı?
Asgari ücretin gerçek enflasyon karşısındaki kaybı giderilmeli. Altın, dolar kur karşısındaki kaybın giderilmesi ve büyümeden, milli gelirden çalışanın payını alması ve işçinin hanesiyle birlikte geçinebilmesi gerekiyor. Türkiye’yi bir asgari ücret toplumundan kurtarmak şart. Bunun yolu sendikalaşmadır, toplusözleşme kapsamının genişletilmesidir. Sendikalaşma önündeki engellerin kaldırılmasıdır. Toplu İş Sözleşmesi (TİS) için yasalarımızda olan teşmil mekanizması acilen yürürlüğe girmeli.
Türkiye’de sendikalaşma oranı ne durumda?
Sendikalaşma oranı yüzde 14. Ama yüzde 30 kayıtdışı çalışanlarla hesapladığımızda yüzde 12’ye kadar geriliyor. TİS kapsamına giren işçi oranı yüzde 9.5 civarında. Özel sektörde bu oran yüzde 4.5’e kadar geriliyor. Türkiye’de özel sektörde çalışan her 100 işçinin 95’i sendikal haklarını kullanamıyor. Uluslararası Sendikalar Konfederasyonu (ITUC) raporuna göre Türkiye 10 yıldır kesintisiz sendikal haklar konusunda en kötü 10 ülke içinde.
ORTAK MÜCADELE ŞART
Siz buna karşı ne yapacaksınız?
Bu yıl 1 Mayıs’ı da örgütlerken ITUC’nin de bir demokrasi kampanyası var. ITUC üyesi dört konfederasyonla görüşmeler yaptık. Ortak mücadeleyi alanlarda iş yerlerinde yapmalıyız. Yaşanan bu ağır tablo karşısında işçi sınıfının çözümleri doğrultusunda bir ekonomik politika hayata geçirilmezse tablo daha da ağırlaşacak. Bunun başka çözümü yok. Beyaz yaka çalışanlar hep sendikalaşmadan uzak tutuldu ama gelinen noktada en fazla ücret kaybını onlar yaşıyor. Beyaz yakalıların örgütlenmesi için özel bir gündemle çalışmalıyız. Bu dönem bizim daha mücadeleci dönemimiz olacak. Yeni sendikal stratejiler geliştireceğiz.
ARZU ÇERKEZOĞLU: ÇOCUKLARIMIZLA EL ELE TAKSİM’E
Taksim 1 Mayıs için bir simge. Her işçinin Taksim’de olma hakkıdır diye yargı kararları var. Bunlara dayanarak bu yıl Taksim’de kutlamak istiyoruz. Bir elimizde karanfil bir elimizde çocuklarımızla Taksim’e yürüyeceğiz.
HER EVDE BİR İŞSIZ VAR
İşveren “Ana eleman, kalifiye çalışan bulamıyorum” diye yakınıyor, bu kadar işsizin olduğu bir ortamda gerçekten çalışan bulunamıyor mu?
Dört kişiden biri işsiz, üç kadından biri işsiz. Kadın ve genç işsizliği ülkenin geleceğini tehdit eder hale geldi. Artık her evde üniversite mezunu bir işsiz var. Son 20 yıldır hiçbir nitelik taşımadan her yere üniversite açıldı. Üretime dayalı bir politika güdülmeli ve bunun ihtiyaç duyacağı insan kalitesi yetiştirilmeli.
İşverenin “Ara eleman, yetişmiş eleman bulamıyoruz” yakınması doğru değil. O kadar işsizlik var ki. Onlar her türlü işi yapmak için bekliyor. “İş beğenmiyorlar” söylemi doğru değil. Bu ekonomik krizde, yüksek enflasyon ortamında bir gencin iş beğenmemesi mümkün mü? Daha fazla kişinin çalışması için çalışma saatlerinin düşürülmesi lazım. İşsizliğe karşı adım atılmalı. İktidar tercihini hep sermayeden yana kullanıyor. Mesela OVP hazırlanırken bizi de çağırdılar ama taleplerimizin hiçbiri OVP’de yer almadı. İşçilerin en temel kazanılmış hakları ciddi tehdit altında. Tamamlayıcı emeklilik sistemi adı altında kırmızı çizgimiz, son kalemiz kıdem tazminatına yeniden göz diktiler. EYT’den kaynaklı mağduriyetler giderilmeyecek. Emekli maaşları anlamında da hiçbir olumlu adım atılmayacak.
Daha kötü bir dönem mi geliyor?
Önümüzdeki dönem başta kıdem tazminatı hakkımız olmak üzere sermayenin talepleri doğrultusunda bu hakları daha da sınırlandırmaya dönük bir saldırı politikasını hayata geçireceği bir dönem olacak. Onların OVP’si varsa bizim de mücadele programımız var. Sermayenin direktifleri doğrultusunda hazırlanan politikalara bakıldığında emekçiler açısından yaşanan ağır tablo daha da kötüye gidecek, iktidar bırakın frene basmayı vites büyütecek.
KAMU SESSİZ KALIYOR
Çalışanın sendikaya uzak kalmasının ana nedeni ne?
Sendikalı olmak işten çıkarılmayla özdeş tutuluyor. İşverenin, devletin tutumu yasalar, mevzuat her şey işçilerin sendikalaşmasının önünde engel. İşçilerin en temel anayasal hakkı sendikalaşma başlayınca baskılar da başlıyor. İşveren, işçinin hakkını gasp ettiği zaman kamunun yaptırımları hayata geçirmesi gerekiyor. Ama tam tersi oluyor, sendikalaşıyoruz işveren 200 kişiyi kapıya koyuyor, kamu buna sessiz kalıyor. İşyerlerinde çoğunluğu sağladığımızda işveren süreci mahkemeye taşıyor. Mahkeme süreci 5-6 yıl süren davalar var. Bunların hepsini kazanıyoruz.
Kamu işçinin yanında olsun diyorsunuz ama kamu kendisi rakip sendika kuruyor çoğu zaman?
İşveren zaten sendika istemiyor. Olacaksa da benim kontrolüm altında olsun istiyor. Yetki itiraz davaları uzun sürmesi kamunun politikası. İşveren şimdi de etik dışı yollara da başvurup yetkisiz mahkemelerde dava açıyor. Oradaki davanın yetkili mahkemeye gelmesi bile yıllar sürüyor. Biz Türkiye’deki sorunları uluslararası toplantılarda söyleyince çeviri hatası olduğunu sanıyorlar. Burada gerçekten bir zihniyet değişimi gerekiyor. Çalışanın hakkı işverenin iki dudağının arasında olmamalı.